AB Şam Trenini Kaçırıyor mu? Türkiye Faktörü!
Gündem

AB Şam Trenini Kaçırıyor mu? Türkiye Faktörü!


22 May 20255 dk okuma4 görüntülenmeSon güncelleme: 22 May 2025

Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Dr. Muhammed Çağrı Bilir'in analizine göre, Suriye'de devrim sonrası yeni Şam yönetimi, güvenlikten ekonomiye birçok sorunla karşı karşıya. PKK/YPG terör örgütü ve İsrail destekli silahlı gruplarla mücadele, ülkenin öncelikli sorunları arasında yer alıyor. Bu sorunlar, aynı zamanda uluslararası aktörlerin de müdahil olduğu karmaşık bir krize dönüşmüş durumda. Özellikle Suriye'nin yeniden inşası ve ekonomik toparlanması için uluslararası tanınma kritik önem taşıyor.

AB'nin "More for More" Yaklaşımı

AB Yüksek Temsilcisi'nin Suriye'ye yönelik ekonomik yaptırımların koşulluluk ilkesiyle kaldırıldığını açıklaması, Şam yönetimi için olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Ancak bu kararın beraberinde bazı maliyetleri de getirdiği belirtiliyor. AB'nin "koşulluluk" vurgusu, azınlık grupların siyasi sürece entegrasyonu ve Şam yönetiminin ılımlı siyasetini sürdürüp sürdüremeyeceği konusundaki şüpheleri yansıtıyor. Bu durum, AB'nin Suriye ile asimetrik bir ilişki kurma çabası olarak yorumlanıyor. AB, ekonomik yardımları ve Batı'ya entegrasyonu kullanarak demokratikleşme ve dış politikada kendi çıkarlarını dayatmaya çalışıyor.

Bu strateji, aslında 2000 yılında Portekiz'de yapılan Feira Zirvesi'nde kurum düzeyinde uygulanması taahhüt edilen sistemli bir strateji olarak karşımıza çıkıyor. ABD’nin Balkanlar’daki tek taraflı angajmanına bir noktada alternatif geliştirmek amacıyla, Balkan ülkelerine AB’ye üyelik “vaadiyle” bu mekanizma ortaya atıldı. 2004 yılından itibaren de Komşuluk Politikası kapsamına giren kuzey Afrika, Orta Doğu, Doğu Avrupa ve Kafkaslar’a yönelik de aynı strateji sistematik şekilde uygulanmaya başlandı ve nihayet 2011 yılında da bir komisyon raporuyla tam olarak kavramsallaştırıldı.

Ankara ve Washington'ın Belirleyici Rolü

Devrim sonrası AB'nin bazı yaptırımları askıya alması ve Suriye'ye yönelik ziyaretler gerçekleştirmesi dikkat çekiyor. Ancak AB'nin Suriye'de geçiş sürecinde yaptırımları bir koz olarak kullanma eğilimi olduğu düşünülüyor. İç savaş boyunca belirleyici bir rol alamayan AB'nin, yeni dönemde bir nüfuz alanı bulmuş olması, tek belirleyici faktör değil. Türkiye ve ABD'nin Suriye'deki varlığı, AB'nin hareket alanını kısıtlıyor. ABD Başkanı'nın Sezar Yasaları kapsamındaki yaptırımları kaldırma kararı ve Şam ile Suudi Arabistan'da yaptığı görüşme, AB'nin elindeki kozu zayıflatırken Şam'ın masadaki ağırlığını artırıyor.

Trump’ın bu kararı şüphesiz Türkiye’nin yeni Şam yönetimine sağladığı askeri ve siyasi güvenlik şemsiyesinin bir çıktısı. Yani Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’la yürüttüğü liderler diplomasisinin bu kadar tartışmasız sonuçlar üretmesi yine Türkiye’nin iç savaşı Rusya ve İran’ı bölgeden kovarak sonuçlandırabilmesiyle ilişkilidir. Dolayısıyla, askeri kapasitesi ve sahada angajmanı olmayan AB için iç savaş sonrası ortam asimetrik ilişkileri yeniden tesis etmek için elverişli gözükse de, aslında atılan her bir adım Türkiye-AB ilişkilerinin bir konusu olarak ele alınarak yeniden değerlendirilmelidir.

ABD Vagonuna Binmekten Başka Çare Kalmadı

Türkiye ile Şam arasındaki ilişkiler, bölgesel ve küresel çıkarların örtüşmesiyle şekilleniyor. AB'nin "more for more" ilkesiyle Suriye'ye dayatacağı azınlık hakları meselesi, etnik ve dini zenginliklerin fay hattına dönüşmesine neden olabilir. Bu durum, ne Türkiye'nin ne de Şam'ın kabul edeceği bir senaryo yaratır. Bu nedenle AB için Şam'a yönelik her baskı, aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerinde bir sorun alanı daha eklemek anlamına gelecektir.

Sonuç olarak, Türkiye'nin askeri ve siyasi desteği ve ABD ile yürütülen iyi ilişkiler, AB'yi ancak tamamlayıcı bir aktör konumuna getiriyor. Yaptırımların kaldırılması kararında da olduğu gibi, Suriye'ye yönelik Türkiye ve ABD tarafından atılan her belirleyici adımdan sonra, AB için tek seçenek ABD'nin arkasındaki vagonlardan birine atlayıp treni kaçırmadan kendisine kalan alanlarda Suriye sahasına nüfuz etmek olarak kalıyor. Bu da AB’nin “more for more” gibi büyük bir kibirle uyguladığı asimetrik yaklaşımların Türkiye’nin aktif koruması sayesinde baypas edilebildiğini göstermektedir.