
Öcalan'dan Şok Eleştiri: Toplumlar Neden Ajitasyon Üretiyor?
Abdullah Öcalan'ın son yazıları, siyaset ve toplum üzerine derinlemesine analizler içeriyor. Özellikle "Doğa ve Anlam" bölümü, dikkat çekici eleştiriler ve tespitlerle dolu. Öcalan, toplumların neden strateji yerine ajitasyon ürettiğini sorgulayarak, geçmişin diyalektik süreçlerini doğru anlamanın önemine vurgu yapıyor. Bu yazıda, Öcalan'ın bu çarpıcı eleştirisini ve metnin diğer önemli noktalarını detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.
Doğa, Anlam ve Toplum İlişkisi
Öcalan, doğa, anlam ve toplum arasındaki ilişkiyi derinlemesine analiz ediyor. Ona göre, doğa sadece fiziksel bir olgu değil, aynı zamanda varoluşsal bir kategori. Evrendeki değişimler rastlantısal değil, bir düzen ve amaç taşıyor. İnsan, doğayı dinleyerek anlam üretme gücünü pekiştiriyor. Öcalan, anlamın doğanın yapısından kaynaklandığını ve insanın doğanın parçası olmakla anlamı kavrayabileceğini belirtiyor. Toplum ise, doğanın başlattığı anlam üretme sürecinin bir devamı olarak görülüyor. Bu bütünlük içinde, doğanın dilini anlamadan insanın varoluşsal sorunlarını anlamanın mümkün olmadığı savunuluyor.
- Doğa: Varoluşsal bir kategori, anlamın kaynağı
- İnsan: Doğayı dinleyerek anlam üretir
- Toplum: Doğanın anlam üretme sürecinin devamı
Öcalan'a göre, bu döngüden kopuş, insanın doğaya yabancılaşmasına ve varoluşsal sorunların derinleşmesine yol açıyor. Kapitalist modernite, bu yabancılaşmanın zirve noktası olarak değerlendiriliyor. İnsan, simgesel düşünce ile hayvandan ayrışırken, doğayı kendi kavramlarıyla tanımlamaya başlıyor ve bu da bir kopuşu beraberinde getiriyor.
İslam Dünyası ve Batı İlişkisi
Öcalan, İslam dünyasının Batı ile ilişkisini de eleştiriyor. İslam dünyasının, Batı'nın hegemonik gücüne karşı çıkarken bile onun kurallarına ve kurumlarına bel bağladığını belirtiyor. Bu durum, bir stratejik tutarsızlık olarak değerlendiriliyor. Öcalan, İslam dünyasının 18. yüzyılda hayatiyetini kaybettiğini ve İngilizlerin bu durumu istismar ettiğini ifade ediyor. İngilizlerin, İslam dünyasının iç bölünmeleri, zayıflığı ve tutuculuğunu fırsat bilerek sömürgecilik politikalarını uyguladığını vurguluyor. Bu eleştiri, İslam dünyasının krizini stratejik tutarsızlık üzerinden okuyor.
Geçmişin Diyalektiğini Anlamak
Öcalan'ın temel eleştirisi, geçmişin reform-devrim diyalektiğini doğru çözümleyemeyen toplumların, bugünün güç hiyerarşisini kendi ontolojik sorunu sanması ve bunun sonucunda strateji yerine ajitasyon üretmesidir. Bu eleştiri, toplumların kendi tarihlerinden ders çıkarmadan, günü kurtarmaya yönelik eylemlerde bulunmasının sonuçsuz kalacağına işaret ediyor. Öcalan, hegemonyayı kabul edip uyum sağlamaya Suudi Arabistan'ı, batısızlaşma meselesine ise İran'ı örnek gösteriyor. Türkiye dahil İslam coğrafyasının ise ne tam teslimiyeti ne de köklü direnişi seçerek ortada kalmayı tercih ettiğini belirtiyor. İsrail'in Gazze'de yaptıklarına İslam dünyasının sesini edememesini ise "dilencilik" olarak nitelendiriyor, yani kendi değerleriyle tutarlı olamama durumunu eleştiriyor.
Öcalan'ın eleştirisi şudur; geçmişin reform-devrim diyalektiğini doğru çözümleyemeyen toplum/ların, bugünün güç hiyerarşisini kendi ontolojik sorunu sanması ve bunun sonucunda strateji yerine ajitasyon üretmesinedir. Bu eleştiri, toplumların kendi tarihlerinden ders çıkarmadan, günü kurtarmaya yönelik eylemlerde bulunmasının sonuçsuz kalacağına işaret ediyor.
Öcalan'ın bu kapsamlı analizi, toplumların kendi iç dinamiklerini ve dış dünyayla ilişkilerini sorgulamaları için önemli bir fırsat sunuyor. Geçmişin diyalektik süreçlerini anlamak, bugünün sorunlarına daha etkili çözümler üretmek için kritik bir adım olarak görülüyor. Aksi takdirde, toplumlar kısır döngüler içinde debelenmeye ve strateji yerine ajitasyon üretmeye devam edecektir.